Moreno Torricelli
Gönderen
Nerazzurri
zaman:
15:40
30 Kasım 2011 Çarşamba
Etiketler:
Fiorentina,
Futbol,
Futbolcular,
Juventus,
Serie A
0
Yorum var / Yorumlamak için buraya tıklayınız
Milano'nun 40 km kuzeyinde bulunan Erba'da 23 Ocak 1970'de dünyaya gelen Torricelli'nin futbol hayatı pek çok erkek çocuğu gibi sokak aralarında topa vurarak başladı. Daha sonra amatör olarak futbol oynamaya devam eden İtalyan oyuncunun bu güzel oyundan para kazandığı yıl ise 1990. O tarihte Torricelli'nin transfer olduğu Caratese de amatör bir takımdı ama oyuncusunu part time olarak kullanıyordu ve para kazanması için de kendisini bir fabrikaya işçi olarak aldırmıştı.
1992 yılının Temmuz ayı ise Torricelli'nin sahada vermiş olduğu savaşı kazandığı için kariyeri açısından çok önemlidir. Juventus ile sezon başında oynanan hazırlık maçında Giovanni Trapattoni'yi kendine hayran bırakan 22 yaşındaki oyuncu artık fabrikada çalışan bir işçi değil profesyonel bir futbolcu olmuştu. Siyah beyazlıların 1993 yılında kazandığı UEFA Kupası'nda büyük pay sahibi olan İtalyan futbolcu 6 senelik Juventus kariyerine ayrıca 3 lig şampiyonluğu, 1 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu, 1 Süper Kupa, 1 Kıtalararası kupa, 1 İtalya Kupası ve 2 İtalya Süper Kupası sığdırmayı başardıktan sonra 1998 yılında Fiorentina'ya transfer oldu.
Moreno Torricelli, Floransa'da görev yaptığı yıllarda Fatih Terim'in de öğrencisi oldu. Gerek her maça çıktığı birbirinden değişik saç ve sakal stilleriyle gerekse Türkiye'nin de tarihinde ilk kez katılmış olduğu İngiltere'de düzenlenen Euro 96'da orta saha oyuncusu olmasına rağmen 9 numaralı forma ile mücadele etmiş olması İtalyan oyuncunun unutulmazlar listesindeki yerini perçinledi.
Luc CASTAIGNOS
Gönderen
Nerazzurri
zaman:
15:36
29 Kasım 2011 Salı
Etiketler:
Futbol,
Futbolcular,
inter,
Serie A
0
Yorum var / Yorumlamak için buraya tıklayınız
Hem Siena deplasmanında Inter'e son dakikada 3 puanı getirmiş olması sebebiyle hem de Kutay'ın pası bize atması üzerine Luc Castaignos'u huzurlarınıza sunma zamanı geldi.
1992 doğumlu genç oyuncu futbol yaşantısına çocukluğunun geçtiği Schiedam'ın Excelsior '20 takımında forma giyerek başladı. 14 yaşında Feyenoord Futbol Akademisine geçen Castaignos'un A Takım macerası ise 2008 yılında imzalamış olduğu profesyonel sözleşmenin ardından başladı. 2009 yılında düzenli olarak oynamaya başlayan ve çıktığı 37 maçta 15 gol atan 1.87 boyundaki genç oyuncu, elde ettiği bu başarının ardından büyük kulüplerin radarına girse de 2009 yazında Hollanda forması altında UEFA 17 Yaş Altı Milli Takım Turnuvası'nda göstermiş olduğu performansın ardından Inter, Bayern Münih, Real Madrid, Manchester United ve Arsenal gibi Avrupa'nın önde gelen kulüplerinin listesinde kendine yer buldu.
Her zaman olmasa da uzun boyuna rağmen topla beraber rakip defans ile başbaşa kaldığında oldukça hızlı bir oyuncu olabiliyor. Genellikle sağ ayağını kullanan Castaignos'un sol ayağı ile de şık golleri mevcut. Sezon başında Inter'in Galatasaray ile oynadığı hazırlık maçında da forma giyen Hollandalı oyuncu ayrıca annesinden dolayı İtalyan pasaportuna da sahip. Şu zaman kadar Nerazzurrilerde 146 dakika forma şansı bulabilen Castaignos'un en büyük talibi ise aylardır Inter yönetiminin kapısını aşındıran Hamburg ancak hafta sonu son dakikada takımına galibiyet golünü getiren bu genç adamın morali tavan yapmış durumda ve mücadeleden asla çekinmeyecektir.
Tanışalım
Gönderen
kutay
zaman:
10:19
28 Kasım 2011 Pazartesi
Etiketler:
inter
0
Yorum var / Yorumlamak için buraya tıklayınız
Inter formalı gencin adı Luc Castaignos. Bu sezon ilk defa ismini duydum. Inter'i yakından bilenler daha iyi tanıyordur. Hala çok fazla süre almıyor. Tek devrelik oyuncu. Düne kadar öyleydi en azından. Siena deplasmanının 90. dakikasında golünü attı, Inter 1-0 kazandı.
Hollandalı. 1992 doğumlu. Feyenoord altyapısından. Geçen sene Feyenoord'da baya maça çıkmış ama hem Hollanda liginin cazip olmamasından hem de Feyenoord'un hiç cazip olmamasından onu göremedik. En azından ben görmedim. Inter'de daha çok izleyeceğiz. En azından Aydın Yılmaz gibi 4-5 sene kadroda yer alır, adını sık duyarız.
Hakkındaki ayrıntılı bilgileri blogun Inter cemaati yazar...
Milan iyi yolda ama Barça solladı ve geçti..
Gönderen
yuki the zorba
zaman:
14:46
24 Kasım 2011 Perşembe
0
Yorum var / Yorumlamak için buraya tıklayınız
Dün akşam itibariyle İspanyol futbolunun devleri son iki yılda Milano'ya olan üçüncü ziyaretlerini gerçekleştirdiler... 2010'da malum seride Barcelona Inter'e, geçen yıl bu zamanlarda da Real Madrid Milan'a konuk olmuştu. Bu iki maça da biletim olduğu halde çeşitli talihsizlikler neticesinde stadyumda yer alamadığımdan, bu sefer temkinli davrandım ve bu haftaya izin alarak maçı izlemeyi büyük oranda garantiledim. Bütün bunlara değdi ve beklendiği gibi muazzam bir maç oldu, özellikle ilk 70 dakikasında futbol resitali izledik.
Öncelikle maç öncesi kalabalığı daha önce Milano derbilerinde bile görmediğimi söylemem lazım. Stadın etrafındaki o koca alanda neredeyse yürüyemedik. Her zaman köfte ekmek / bira aldığım ve her zaman işlerin eskisi gibi olmadığından dem vuran sandviççi amca bu sefer kalabalıktan şikayet etti... Öyle ki, ben stada girerken dışarıda hala 20-30 bin kişi vardı, ve stad tıklım tıklım dolmuştu bile! Artık nasıl girdiler, ne yaptılar bilemiyorum...
Maçtan önce stadın etrafında ciddi boyutta kağıt yığını vardı. Bunun da sebebi İbrahimoviç'in malum biyografisi için yapılan reklamdı. Ben 40-50 kişiye denk geldim kağıt dağıtan, artık kaç kişi koydular oraya bilemiyorum ama stadda kitaptan haberi olmayan kalmadı(!).
Biyografinin tanıtım cümlesi vurucu: "Si può togliere il ragazzo dal ghetto, ma non il ghetto dal ragazzo." Demek istiyor ki: "Çocuğu (genci) gettodan kesip çıkarabilirsiniz ama gettoyu çocuktan çıkaramazsınız."
Tabii biyografide Guardiola'dan bahsedilmesi, maçın Barcelona'yla olması vs. özel anlam ifade ediyor. Belki kağıt dağıtmak yerine kitap standı kursalardı ciddi satış rakamına ulaşabilirlerdi!!
Maç öncesi en tepeye resmini koyduğum koreografi gerçekleştirildi Curva Sud tarafından. "Big Bang'den bu yana en büyük şov (gösteri)" pankartıyla süslenmiş güçlü bir koreografiydi. Özellikle, maçın ilk yarısında bu koreografinin hakkı da fazlasıyla verildi. Maçın bazı bölümlerinde kulaklarımın zorlandığını söyleyebilirim. İbrahimoviç'in ve Boateng'in gollerindeki coşku da tarifsizdi...
Boateng demişken burada bir kaç şey söylemek lazım... Stadda hemen herkesin sırtında Prince yazıyor ve Boateng'e karşı inanılmaz bir sevgi söz konusu. Bu geçen sezonda henüz kendisini gösterememişken de vardı ve esasında Milan'ın bu denli arzulu - istekli oyunculara ne kadar özlem duyduğunu göstermesi anlamında önemli... Kendisinde tam anlamıyla "sahadaki biz" kavramını görüyor Milanlılar ve Boateng de karşılığını veriyor. Zaten uzaktan / yakından çok ciddi şut tehlikesi arz eden takımın İbrahimoviç'ten sonra belki en iyi şutörü. Dün attığı golde topu alışı muhteşem belki ama şut da en az onun kadar iyiydi... Bu hızla devam ederse ve yanındaki Aquilani büyük maçlardaki tedirginliğini atarsa, takımın Barcelona seviyesine gelmesinde kuşkusuz büyük etkisi olacak.
İbrahimoviç dün yine mükemmel futbolunu oynadı ve geriden şişirilen her topu indirip, orta sahasına servis yaptı. Golünü attı, takımını gole yaklaştırdı ve Milan'ın Barcelona'yı tehdit etmesini sağladı. Aquilani biraz daha seri ve Robinho yerine sahada Cassano ya da hazır bir Pato olsaydı, Milan'ın ilk yarıda iki üç gol daha bulması işten bile değildi... Barcelona'nın maçın büyük bölümünde o öldürücü / bezdirici pas trafiğini sahaya koyamadığını da düşünürsek, geride Mascherano + Puyol ikilisinin olması Guardiola için neredeyse mağlubiyetı getirecek bir unsura dönüşüyordu. Nitekim Aquilani'nin bir türlü atamadığı o ilk toplarda İbrahimoviç ve Robinho defalarca ikiye bir yakalayacaklardı savunmayı...
Takımın yaş ortalaması yüksek ve dolayısıyla 90 dakikayı Barcelona temposunda oynaması pek mümkün görünmüyor. Nesta'nın sakatlanması, yedekten girecek üst düzey oyuncunun azlığı da ciddi problem doğuruyor. Örneğin dün, Cassano ya da Gattuso ikinci yarıda çok faydalı olabilirlerdi. Nocerino dahi taze kan olarak takımın hareketlenmesini sağlayabildi. Ancak şu bir gerçek ki, 70'ten sonra pozisyonlar bulmuş olsa da Milan maçı üçüncü golü yediği sırada kaybetti...
Zambrotta karşısına sık sık gelen Messi yüzünden Abate kadar ofansif etki yaratamadı. Antonini ya da Taiwo nasıl olurdu diye düşünmemek zor. Ama olasılıkları konuşmak da manasız. İki bek pozisyonunda da bir Maicon 2010 kalitesi olmadığı ortada. Stoperde Silva ve Nesta'yı olumsuzlamak manasız, ikisi de mükemmeller. Orta sahada Van Bommel, Seedorf ikilisi tecrübeleriyle rakibe üstünlük kurmayı sağlasalar da sürekli olarak ikinci yarının ortasında takımın oyundan düşmesine neden oluyorlar. Aquilani de artık tecrübe anlamında gelişmiş olması beklense de, bir türlü acemiliklerini yenemiyor, kafasını yerden kaldıramıyor. Dolayısıyla, Seedorf ve Van Bommel'in eksiklerini kapatmak için yeterli kaliteyi sahaya koyamıyor. Boateng ve İbrahimoviç maç boyu müthiş futbol oynasalar da, orta sahadaki bu problem yanına Robinho hiçliğini katıp, takımı neredeyse bir gömlek aşağı çekiyor. Aquilani'nin iyiye gitmesi, Pato'nun takıma girmesiyle ilerleyen turlarda Milan İspanyol devleri için çok büyük bir tehdite dönüşecektir...
Uzay takımı Barcelona'yı anlatmak için ise ayrıca zamana ve ayrı bir bloga ihtiyaç var. Dün TV'ye nazaran çok daha kırılgan görünmelerine rağmen, ofansif anlamda inanılmaz işler yaptılar. Milan'ın her zamanki sakarlıklarını zorladıkları gibi, defalarca kale önünde boş pozisyona adam çıkardılar. Son golde Messi'nin asisti de işi bitirdi zaten...
Milan şimdi kurada şanslı olup örneğin Apoel'i çekebilir ve çeyrek finale kolay bir geçiş yapabilir. Sonrasını görebilmek için ise takımın son dönemdeki sakatlık şanssızlığını yenmiş olmasını ummaktan başka yapacak şey yok...
Öncelikle maç öncesi kalabalığı daha önce Milano derbilerinde bile görmediğimi söylemem lazım. Stadın etrafındaki o koca alanda neredeyse yürüyemedik. Her zaman köfte ekmek / bira aldığım ve her zaman işlerin eskisi gibi olmadığından dem vuran sandviççi amca bu sefer kalabalıktan şikayet etti... Öyle ki, ben stada girerken dışarıda hala 20-30 bin kişi vardı, ve stad tıklım tıklım dolmuştu bile! Artık nasıl girdiler, ne yaptılar bilemiyorum...
Maçtan önce stadın etrafında ciddi boyutta kağıt yığını vardı. Bunun da sebebi İbrahimoviç'in malum biyografisi için yapılan reklamdı. Ben 40-50 kişiye denk geldim kağıt dağıtan, artık kaç kişi koydular oraya bilemiyorum ama stadda kitaptan haberi olmayan kalmadı(!).
Biyografinin tanıtım cümlesi vurucu: "Si può togliere il ragazzo dal ghetto, ma non il ghetto dal ragazzo." Demek istiyor ki: "Çocuğu (genci) gettodan kesip çıkarabilirsiniz ama gettoyu çocuktan çıkaramazsınız."
Tabii biyografide Guardiola'dan bahsedilmesi, maçın Barcelona'yla olması vs. özel anlam ifade ediyor. Belki kağıt dağıtmak yerine kitap standı kursalardı ciddi satış rakamına ulaşabilirlerdi!!
Maç öncesi en tepeye resmini koyduğum koreografi gerçekleştirildi Curva Sud tarafından. "Big Bang'den bu yana en büyük şov (gösteri)" pankartıyla süslenmiş güçlü bir koreografiydi. Özellikle, maçın ilk yarısında bu koreografinin hakkı da fazlasıyla verildi. Maçın bazı bölümlerinde kulaklarımın zorlandığını söyleyebilirim. İbrahimoviç'in ve Boateng'in gollerindeki coşku da tarifsizdi...
Boateng demişken burada bir kaç şey söylemek lazım... Stadda hemen herkesin sırtında Prince yazıyor ve Boateng'e karşı inanılmaz bir sevgi söz konusu. Bu geçen sezonda henüz kendisini gösterememişken de vardı ve esasında Milan'ın bu denli arzulu - istekli oyunculara ne kadar özlem duyduğunu göstermesi anlamında önemli... Kendisinde tam anlamıyla "sahadaki biz" kavramını görüyor Milanlılar ve Boateng de karşılığını veriyor. Zaten uzaktan / yakından çok ciddi şut tehlikesi arz eden takımın İbrahimoviç'ten sonra belki en iyi şutörü. Dün attığı golde topu alışı muhteşem belki ama şut da en az onun kadar iyiydi... Bu hızla devam ederse ve yanındaki Aquilani büyük maçlardaki tedirginliğini atarsa, takımın Barcelona seviyesine gelmesinde kuşkusuz büyük etkisi olacak.
İbrahimoviç dün yine mükemmel futbolunu oynadı ve geriden şişirilen her topu indirip, orta sahasına servis yaptı. Golünü attı, takımını gole yaklaştırdı ve Milan'ın Barcelona'yı tehdit etmesini sağladı. Aquilani biraz daha seri ve Robinho yerine sahada Cassano ya da hazır bir Pato olsaydı, Milan'ın ilk yarıda iki üç gol daha bulması işten bile değildi... Barcelona'nın maçın büyük bölümünde o öldürücü / bezdirici pas trafiğini sahaya koyamadığını da düşünürsek, geride Mascherano + Puyol ikilisinin olması Guardiola için neredeyse mağlubiyetı getirecek bir unsura dönüşüyordu. Nitekim Aquilani'nin bir türlü atamadığı o ilk toplarda İbrahimoviç ve Robinho defalarca ikiye bir yakalayacaklardı savunmayı...
Takımın yaş ortalaması yüksek ve dolayısıyla 90 dakikayı Barcelona temposunda oynaması pek mümkün görünmüyor. Nesta'nın sakatlanması, yedekten girecek üst düzey oyuncunun azlığı da ciddi problem doğuruyor. Örneğin dün, Cassano ya da Gattuso ikinci yarıda çok faydalı olabilirlerdi. Nocerino dahi taze kan olarak takımın hareketlenmesini sağlayabildi. Ancak şu bir gerçek ki, 70'ten sonra pozisyonlar bulmuş olsa da Milan maçı üçüncü golü yediği sırada kaybetti...
Zambrotta karşısına sık sık gelen Messi yüzünden Abate kadar ofansif etki yaratamadı. Antonini ya da Taiwo nasıl olurdu diye düşünmemek zor. Ama olasılıkları konuşmak da manasız. İki bek pozisyonunda da bir Maicon 2010 kalitesi olmadığı ortada. Stoperde Silva ve Nesta'yı olumsuzlamak manasız, ikisi de mükemmeller. Orta sahada Van Bommel, Seedorf ikilisi tecrübeleriyle rakibe üstünlük kurmayı sağlasalar da sürekli olarak ikinci yarının ortasında takımın oyundan düşmesine neden oluyorlar. Aquilani de artık tecrübe anlamında gelişmiş olması beklense de, bir türlü acemiliklerini yenemiyor, kafasını yerden kaldıramıyor. Dolayısıyla, Seedorf ve Van Bommel'in eksiklerini kapatmak için yeterli kaliteyi sahaya koyamıyor. Boateng ve İbrahimoviç maç boyu müthiş futbol oynasalar da, orta sahadaki bu problem yanına Robinho hiçliğini katıp, takımı neredeyse bir gömlek aşağı çekiyor. Aquilani'nin iyiye gitmesi, Pato'nun takıma girmesiyle ilerleyen turlarda Milan İspanyol devleri için çok büyük bir tehdite dönüşecektir...
Uzay takımı Barcelona'yı anlatmak için ise ayrıca zamana ve ayrı bir bloga ihtiyaç var. Dün TV'ye nazaran çok daha kırılgan görünmelerine rağmen, ofansif anlamda inanılmaz işler yaptılar. Milan'ın her zamanki sakarlıklarını zorladıkları gibi, defalarca kale önünde boş pozisyona adam çıkardılar. Son golde Messi'nin asisti de işi bitirdi zaten...
Milan şimdi kurada şanslı olup örneğin Apoel'i çekebilir ve çeyrek finale kolay bir geçiş yapabilir. Sonrasını görebilmek için ise takımın son dönemdeki sakatlık şanssızlığını yenmiş olmasını ummaktan başka yapacak şey yok...
Verilmeyen Muhteşem Gol
Gönderen
kutay
zaman:
20:51
21 Kasım 2011 Pazartesi
Etiketler:
as roma,
Lecce
0
Yorum var / Yorumlamak için buraya tıklayınız
Bugün belki birçok yerde izlediniz ama yine de koyalımç Bu pozisyonun burada da olması gerekir.
Roma-Lecce maçında Osvaldo muhteşem bir gol atıyor. Seviniyor ama sonradan anlıyor ki gol ofsayt gerekçesiyle verilmemiş. Daha da kötüsü, pozisyonun tekrarını izleyince ofsayt olmadığını görüyoruz. Hani bazen ofsayt veya faul gerekçesiyle verilmeyen goller için "bu güzellik için vermek gerekirdi" denir ya; bu gol için buna da gerek yoktu. Gol zaten golmüş.
Kısaca maçtan da bahsedelim. Roma 2-1 kazandı, 5. sıraya yerleşti. Lecce ise 18. sırada kaldı. Luis Enrique'nin ilk mağlubiyeti onun için tehlikeli olacaktır. Milan mağlubiyetinden sonra kaybetmediler, İspanyol hocanın Roma'daki günleri uzadı.
Roma'nın gollerini Pjanic ve Gago attı. İkisi de Roma formasıyla ilk defa gol attı. Lecce'nin golünü atan Andrea Bertolacci ise 20 yaşında ve Roma altyapısından.
Lig Başladı
Gönderen
kutay
zaman:
15:26
Etiketler:
ac milan,
Fiorentina
0
Yorum var / Yorumlamak için buraya tıklayınız
Cumartesi akşamı bizim için yeni sezon başladı. İnternetten maç izlemeyi seven biri olmadığımdan yayın hakları alınanana kadar ligi takip edemez olmuştum. Zaten bana kalsa televizyondan bile maç izlemek işkence ama her hafta San Siro'ya gidecek durumumuz olmadığı için televizyona muhtacız.
Karşılaşma hakkında yazacak bir şey yok. Klasik bir Fiorentina mücadelesi. Kendi evinde sadece 2 gol yiyen, bu sezon sadece 3 maçta 1'den fazla gol atan Fiorentina, Milan'ı 0-0 ile durdurmayı başardı. Başardı diyoruz, çünkü Fiorentina 2007 yılından beri Milan'dan puan alamıyordu.
Maça dair söylenecek çok fazla şey yok. Allegri, Pato'yu 70. dakikada oyuna alınca maç hareketlendi. 20 dakika Brezilyalı'ya yetmedi. Pato yerine ilk 11'de başlayan Robinho'ya Milan'ın bu kadar sabretmesini anlamak zor. Tutamadım bu elemanı bir türlü.
İzlediğimiz ilk maç bizi tatmin etmese de başlangıç için yeterli. Bundan sonra daha çok maç izleyeceğimiz için buraya daha çok yazarız. Grande kaptan Göksel'i de bu yolda yalnız bırakmamış oluruz.
Birlik Beraberlik
Calciopoli Skandalının Sonuçları
Gönderen
Nerazzurri
zaman:
22:19
8 Kasım 2011 Salı
Etiketler:
Fiorentina,
Futbol,
Juventus,
Lazio,
Serie A
0
Yorum var / Yorumlamak için buraya tıklayınız
2006 yılında yaşanan Calciopoli skandalının ardından Juventus'un küme düşürülmesine kadar verilen ciddi cezalar başta İtalya olmak üzere bütün dünya futbol kamuoyunun gündemine bomba gibi düşmüştü. Ancak bugün sonuçlanan mahkemenin ardından İtalya'da aylarca konuşulacak gündemin ana maddesi belli oldu.
Hakemleri ayarlamak ve maçların skoruna doğrudan etki ettiği için skandalın baş aktörü olan Luciano Moggi, açıklanan mahkeme kararı uyarınca 5 yıl 4 ay hapis cezasına mahkum edildi. Suçunu itiraf eden ancak bu tür olaylarda tek müdahilin kendisini olmadığını, İtalya ve dünyada pek çok kişinin maç skorlarına doğrudan veya dolaylı yollardan etki ettiğini açıklayan Moggi bütün iyi niyetine ve şeffaflığına rağmen yargılamayı yürüten hakim Teresa Casoria'yı olumlu yönde etkileyemedi ve bu mücadeleden mağlup ayrılmış oldu.
Fakat Calciopoli skandalından ötürü başı yanan tek isim Luciano Moggi değildi.
- Eski hakemlerden Paolo Bergamo 3 yıl hapis cezası,
- Pierluigi Pairetto 1 yıl 11 ay hapis cezası,
- Massimo De Santis 1 yıl 11 ay hapis cezası,
- Salvatore Racalbuto 1 yıl 8 ay hapis cezası,
- Paolo Bertini 1 yıl 5 ay hapis cezası,
- Claudio Puglisi 1 yıl hapis ve 20 bin euro para cezası,
- Stefano Titomanlio 1 yıl ve 20 bin euro para cezası,
- Lazio başkanı Claudio Lotito 1 yıl 3 ay hapis ve 25 bin euro para cezası,
- Fiorentina'nın sahipleri olan Diego Della Valle ve Andrea Della Valle 1 yıl 3 ay hapis ve 25'er bin euro para cezası,
- Eski Federasyon yöneticisi Innocenzo Mazzini 2 yıl 2 ay hapis cezası,
- Eski Juventus CEO'su Antonio Dattilo 1 yıl 5 ay hapis cezası,
- Reggina başkanı Pasquale Foti 1 yıl 6 ay hapis ve 30 bin euro para cezası,
- AC Milan eski yöneticisi Leonardo Meani 1 yıl hapis ve 20 bin euro para cezasına,
mahkum edilen isimler oldu. Moggi'nin avukatları karara itiraz ederken diğer isimlerin de temyiz yoluna başvurma ihtimali bir hayli yüksek.
Abate Milli Takım'da
Tekrar A takıma döndüğünden beri Milan'ın en istikrarlı oyuncularından ve belki de hakkı en az verilen isimlerinden biriydi Abate. Alt yapı ürünü futbolcu tribün için her zaman farklı heyecan demektir. Milan tribünlerinin en sevdiği isimlerden olan Abate en sonunda milli takım kadrosuna da seçilebildi. Polonya ve Uruguay ile oynanacak hazırlık maçlarının kadrosuna Prandelli Abate'yi de çağırdı. "Milli Takıma seçilmesi için daha ne yapması lazım?" soruları da en sonunda Prandelli'den olumlu bir cevap almış oldu. Yakıştı Abate'ye. Kadroya bakacak olursak:
Kaleciler: Gianluigi Buffon (Juventus), Morgan De Sanctis (Napoli), Salvatore Sirigu (Paris Saint-Germain)
Müdafa: Ignazio Abate (AC Milan), Federico Balzaretti (Palermo), Andrea Barzagli (Juventus), Giorgio Chiellini (Juventus), Domenico Criscito (Zenit Saint Petersburg), Christian Maggio (Napoli), Angelo Ogbonna (Torino), Andrea Ranocchia (Inter)
Orta Saha: Alberto Aquilani (AC Milan), Daniele De Rossi (Roma), Claudio Marchisio (Juventus), Riccardo Montolivo (Fiorentina), Thiago Motta (Inter), Antonio Nocerino (AC Milan), Andrea Pirlo (Juventus)
Hücum: Mario Balotelli (Manchester City), Sebastian Giovinco (Parma), Alessandro Matri (Juventus), Pablo Osvaldo (Roma), Giampaolo Pazzini (Inter), Simone Pepe (Juventus)
Fiorentina'da Mihajlovic Dönemi Sona Erdi
Gönderen
Nerazzurri
zaman:
22:12
Etiketler:
Fiorentina,
Futbol,
Serie A,
Teknik Direktörler,
Transferler
0
Yorum var / Yorumlamak için buraya tıklayınız
Cesare Prandelli'nin İtalya Milli Takımı'nın başına getirilmesinin ardından 3 Haziran 2010 tarihinde Fiorentina'nın teknik direktörü olarak ilan edilen Sinisa Mihajlovic'in görevine son verildi.
Floransa'da 16 ay geçiren 42 yaşındaki teknik adamın Fiorentina kariyerini iç saha maçları ve deplasman kariyeri olarak iki ana başlık altında değerlendirmek gerekiyor. Artemio Franchi'de oynanan maçlarda bir şekilde rakiplerine karşı genel anlamda üstün oynamayı başaran Mor Menekşelerin deplasman karnesi ise Mihajlovic dönemimde adeta faciaydı. Her hafta yazmaya çalıştığımız maç öncesi analizlerde Fiorentina'dan her zaman deplasman fakiri olarak bahsetmemiz boşa değildi. Çünkü Sırp teknik adam Fiorentina'nın başında toplam 48 lig maçına çıktı ve deplasmanda sadece 3 kez galibiyet sevinci yaşayabildi.
Deplasman maçlarında istikrarı bir türlü sağlayamayan Fiorentina doğal olarak lig yarışında da zirvenin bir hayli uzağında kalıyordu ve ortaya koyulan başarısız tablo bu sezon da devam edince Fiorentina taraftarları son 2 haftadır büyük bir ayaklanma başlattılar. Mor Menekşeli taraftarlara ait olan Corriere Fiorentino sitesinde yapılan ankette oy kullanan 10.000 kişiden % 94'ü Mihajlovic'i takımın başında görmek istemeyince Sportif Direktör Pantaleo Corvino, kulübün iletişim sorumlusu Gianfranco Teotino ve Genel Menajer Vincenzo Guerini, Sırp teknik adamı görüşme odasına çağırarak istifa etmesi gerektiğini söylediler. Sinisa Mihajlovic ise bu talebi reddedince yapılması gereken tek işlem vardı : "Kovmak".
Fiorentina yönetimi bu olayı uzun zamandır düşünüyor olmalı ki Mihajlovic'in ardından hiç vakit kaybetmeden takımın başına Atalanta ve Lazio'da başarılı bir grafik çizen 51 yaşındaki Delio Rossi'yi getirdiler.
Luca Toni Ehliyeti Kaptırdı
Gönderen
Nerazzurri
zaman:
15:42
1 Kasım 2011 Salı
Etiketler:
Futbolcular,
Juventus
0
Yorum var / Yorumlamak için buraya tıklayınız
Modena'da bir restaurantta arkadaşları ile birlikte yemek yedikten sonra mekadan ayrılan Luca Toni, polis kontrolüne takılınca zor anlar yaşadı. İtalya'da yasa gereği alkollü araç kullanmanın üst limiti 0.5 g/l fakat İtalyan futbolcunun polis çevirmesinde vücudundaki alkol oranı 0.6 g/l çıkınca golcü oyuncunun ehliyetine 3 ay el konuldu.
Trafik kurallarına uyalım, uymayanları uyaralım ...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)